27 Nisan 2012 Cuma

Gılgamış Destanı




Gılgamış (Gilgameš) Mezopotamya'da yaşayıp hüküm sürdüğüne inanılan efsanevi Uruk kralının adı olup, Eski Çağ Mezopotamya edebiyatının en iyi bilinen eserlerinden Gılgamış Destanı'nın baş kahramanıdır. Destanın daha eski olan Sümerce metinlerinde adı Çélgameş olarak geçer. Üçüncü Ur Hanedanı(yaklaşık M.Ö. 2100-2000) zamanına ait Sümerce metinlerde Gılgamış birbirinden ayrı bir kaç hikayenin kahramanı olarak görülürken Eski Babil dönemi (yaklaşık M.Ö. 1900-1600) ve sonrasında bu metinler bir araya getirilerek günümüzde daha yaygın olarak bilinen Gılgamış Destanı oluşturulmuştur. Bu destanda Gılgamış’ın anne ve babası tanrıça Ninsun ve bir diğer efsanevi Uruk kralı Lugalbanda’dır. Dolayısıyla Gılgamış yarı tanrıdır ve insanüstü bir güce sahiptir. Güçlü Gılgamış Uruk kenti erkeklerinin de kendisi gibi soluksuz çalışmasını isteyince, kentin kadınları, erkekleri kendilerine vakit ayırabilsin diye tanrıça Aruru'ya ve diğer tanrılara yakarır ve onlar da Gılgamış’a rakip olacak ve onu oyalayacak vahşi ve güçlü Enkidu'yu yaratırlar. Gılgamış Enkidu ile arkadaş olur ve birlikte maceralara atılır, ancak Enkidu bir gün ölür. Enkidu'nun ölümü Gılgamış'ı tam anlamıyla yıkmıştır ve kendinin de yarı insan olması nedeniyle bir gün öleceğini düşünerek ölümsüzlüğü aramaya koyulur. Onu asıl meşhur eden de bu ölümsüzlük arayışıdır ki, Utnapiştimin denizin dibinden ölümsüzlük otunu çıkarmasının ardından gelen türlü maceralardan sonra gerçek ölümsüzlüğün, adının gelecek kuşaklar tarafından anılması olduğunu anlayacaktır.
Me-Turan’da (Tell Haddad höyüğü) bulunan Sümerce bir tablet Gılgamış’ın ölümünü anlatır. Tanrılar tarafından ölümsüzlük isteği reddedilen Gılgamış öldüğünde, Uruk halkı geçici olarak Fırat nehrinin yatağını değiştirip, ölen krallarını nehir yatağına inşa edilen bir mezara gömerler. 2003 yılında bir arkeloji kazısında bulunan yapının bu mezar olabileceği iddia edilmiştir.
Gılgamış’ın tarihi bir karakter olup olmadiğı halen tartisma konusudur. Gılgamış ismi Sümer Kral Listesi’nde tufan sonrası dönemde Uruk şehrinin beşinci kralı olarak görülür ve 126 yıl hüküm sürdüğü yazılıdır. Ayrıca Gılgamış öncesindeki kralların hüküm sureleri de binlerce yıl gibi fantastik rakamlardır. Uzmanlar arasındaki genel kanı Sümer Kral Listesi’nin Üçüncü Ur Hanedanı zamanında (yaklaşık M.Ö. 2100-2000) yazıldığıdır ve henüz bundan önceki dönemlere ait dökümanlarda Gılgamış ismine rastlanmamıştır.

Odysseia (Odesa) Destanı





Odysseus'un gençliği, Akhilleus'unki gibi hekim Kheiron'un yanında geçti. Birgün Odysseus, dedesi Autolykos'a konuk olarak gitti. Orada bir yaban domuzu avına katıldı ve bacağından yaralandı. İşte, Truva Savaşı sona erdikten sonra, bir 10 yıl daha türlü maceralar geçirerek İthake'ye döndüğünde, dadısı Eurykleia tarafından yaşlı Odysseus'un tanınmasını sağlayacak yara izi, bu yara izidir.

Truva Savaşına katılmadan önce Odysseus, İthake tahtına çıktı ve kral oldu. Babası Learthes'in oğlunu tahta nasıl geçirdiği pek anlatılmaz. Ama kral olunca bir eş seçmesi olaylı oldu. Hemen dünyanın en güzel kızı Helena'ya talip oldu ama güzel kızın taliplilerinin çokluğundan ürkerek ondan vazgeçip, Helena'nın babasının kardeşi İkarios'un kızı Penelope'u (Penelopeia) istedi. Tyndereos'un ise aklı karmakarışık olduğundan Odysseus'un bu yaklaşımını önce beğenmedi. Odysseus ise Penelope'u almak için şartını söyledi. Tyndereos'u düştüğü durumdan kurtaracak, bulduğu çözümle kimse arasında kavga olmayacaktı. Bu arada Tyndereos'un kızını türlü prensler, krallar ve savaşçılar istiyorlar, türlü hediyeler gönderiyorlardı. Tyndereos da onların kalplerini kırıp bir felakete yol açmamaya çalışıyordu. Sonunda Tyndereos, Penelope'u vermeye razı olunca Odysseus fikrini söyledi: Kocasını Helena kendisi seçsin ama her kimi seçerse diğer tüm talipliler bunu sorun etmeyecek ve Helena'nın kendine seçeceği kocaya her zaman arka çıkmaya ant içecekti. Tyndareos, fikri beğendi ve iş kızın seçimine bırakıldı. İkarios önce herkesi yemin etmeye çağırdı. Herkes yemin etti, Odysseus dahil. Dünyanın en güzel kızı Helena, kocası olarak Agamemnon'un kardeşi Menelaos'u seçti. Herkes karara saygı duydu ve kabul etti. Herkesçe edilen bu yemin, ileride on yıl sürecek olan "Truva Savaşı"na yol açacaktı.


1. Odysseus İthake'den ayrılmak zorunda kalıyor
Odysseus'un Penelope'yle olan evliliğinden Telemakhos isminde bir erkek çocukları oldu. Ama bu çocuk daha kundaktayken Helena'nın kaçırıldığı, kocası Menealos'un yardım istediği haberi geldi. Odysseus bu savaşa katılmamak için elinden geleni yaptı. İşler zorlaşınca delirmiş taklidi bile yaptı. Ama Palamedes bu yalanı açığa çıkardı. Deli rolündeki Odysseus, kendisini Agamemnon'un ordusuna katmak üzere kendisini almaya gelen askerleri kandırmak için Odysseus, tarlasınına tohum yerine tuz ekiyor, sabana da öküz yerine kendisini koşuyordu. Askerlerin arasındaki Palamedes, bebek Telemakhos'u alıp sabanın geçeceği yere koydu. Ağzından tükürükler saçarak sürekli küfredip bağıran ve sabanı çeken Odysseus, sabanı biricik oğluna zarar gelmemesi için Telemakhos'un üzerinden aşırtınca yakayı ele verdi. Çaresizce zırhını kuşandı, eşiyle vedalaşıp mızrağını eline alıp askerlerin arkasına takılıp Agamamnon'un ordusunun bulunduğu Sparta'ya yürüdü. Böylece, Palamedes'e ileride korkunç bir öc almayla sonuçlanacak derin bir kinle sefere katılmak zorunda kaldı.

2. Kendisine verilen ilk görev: Akhilleus'u bul ve orduya dahil et
Orduya dahil olduktan sonra kendisi gibi savaşmaktan kaçan ve saklanan Akhilleus'un aranması görevi verildi. Yanına birkaç kişi alarak, Akhilleus'un saklanabileceği düşünülen yerleri ziyaret etti. Akhilleus, Skyros adasında Lykomedes'in sarayında saklanıyordu ve genç bir kız kılığındaydı. Odysseus, dilenci bir satıcı kılığında saraya girdi ve çeşit çeşit gösterişli kumaş ve elbiseyi ortaya döktü. Sarayda bulunan tüm geç kızlar satıcının getirdiği incik boncuk ve elbiselerle ilgilenirken Odysseus da kızları inceliyor ve Akhilleus acaba içlerinden hangisi diye düşünüyordu. Elbiselerin altından çok güzel işlemeli, büyük savaşçılara layık bir kılıç çıktı ve diğer kızlar elbiselerle ilgilenirken, Odysseus sanki saraya bir saldırı varmış gibi "silah başına" diye askerleri bağırttı ve saldırı borusu çaldırttı. Diğer kızlar odalarına kaçışırken Akhilleus refleksle eline kılıcı alınca Akhilleus'un kimliği ortaya çıktı. Odysseus, kral Agamemnon'un onu istediğini söylediyse de Akhilleus kabul etmedi. Odysseus onu ikna için yalana başvurmak zorunda kaldı. Eğer Akhilleus savaşa katılırsa orduların kralı o olacaktı. Akhilleus savaşa katıldı ama orduların kralı olamadı. Daha sonra Odysseus, Kıbrıs kralı Kinyras'a da elçi olarak gitti.

3. Odysseus'un üzerindeki lanet
On yıl sürecek olan Truva Savaşında Akha'lı Odysseus, savaşçı, ordu komutanı, danışman, elçi ve arabuluculuk gibi görevler üstlendi. Savaş süresince evinden 10 yıl ayrı kaldı. Savaş bittikten sonra bir 10 yıl daha evine dönemedi, toplam 20 yıl evinden ayrı kaldı. Odysseus'un adı İlyada'da hemen her sayfada geçer. Odysseus'un Truva Savaşındaki belki en önemli görevi, Akhilleus'u saklandığı yerden bulup getirmesiydi. Çünkü kahinler savaşın onsuz kazanılamayacağını söylemişlerdi. Odysseus üzerindeki lanet ise ordunun Aulis şehrinden uygun rüzgâr bulup aylarca denize açılamaması sırasında gelir. Kahin Kalkhas'a bu durumun çözümü sorulduğunda ise, kahin şöyle der: "Tanrıça Artemis kendisine adanmış kutsal dişi geyiği av sırasında öldürdü diye Agamemnon'un ordularının açılmasını sağlayacak rüzgârları önlemekteydi. Agamemnon bu geyiği donanma toplanırken vakit geçirmek için Aulis civarında çıktığı bir avda öldürmüştü. Bu yüzden de Agamemnon'a kin duymaktaydı. Artemis'in kızgınlığının geçmesi İphigenia'nın kurban edilmesine bağlıdır" der. Agamemnon kızını kurban etmeye yanaşmadı. Günler haftalar geçti ve özellikle Menelaos ve Odysseus'un ısrarları sonucunda istemeye istemeye kızının kurban edilmesine onay verdi. Agamemnon karısı Klytaimnestra'ya haber göndererek kızını istetti. Güya kızını Akhilleus'la nişanlayacaktı. Kurban olayından haberi olmayan Akhilleus bu hileye katıldı ama sonradan öğrenince olayı engellemeye çok çalıştı. Engellemede başarısız olunca da Agamemnon'a çok kızdı. Kızın kurban edilmesi ve bu işte Odysseus'un Akhilleus'u kandırması ilk lanettir. Odysseus'un üzerindeki ikinci lanet, Truva Şehrinin ele geçirilemeyeceğinin anlaşılması üzerine, parlak zekasını kullanarak tahta at fikrini ileri sürmesiydi. Atın yapımından sonra atın içine ilk girenlerden birisi de o oldu. Truva şehri düştükten sonra yakılıp yağmalandı. Yağmadan sonra ganimetler paylaşıldı. Fakat Akhilleus'un yenilmezliğini pekiştiren Hephaisthos'un yaptığı güçlü silahlar kimde kalacak diye Akha komutanları arasında bir kargaşa yaşandı. Halbuki Thetis, Akhilleus'tan sonraki en yaman savaşçı kimse o alsın istemişti. O adam da Telemon'un oğlu Aias (Ajax) idi. Ama Agamemnon ile Menelaos ne yapıp edip bu benzersiz silahları Odysseus'a verdiler. Daha sonra, Akha yiğitleri belli süreler ve serüvenler geçirerek yurtlarına döndüler. İçlerinden çoğu öldü, bazıları evlerine dönebildi. Sadece Odysseus bir türlü evine dönemedi ve bir on yıl daha denizlerde süründü. Odysseus'un başına musallat olan bu ikinci laneti bazı mitologlar şöyle yorumlar. Truva Savaşında Odysseus, Truva Şehrine dehlizlerden gizlice girerek, şehri koruduğu düşünülen Athena'nın bizzat büyülediği bir heykeli (Palladium) çalarak Agamemnon'a sunmuştu. Odysseus'un başındaki diğer lânetler;Truva Savaşı sırasında tezgah kurarak Palamedes'in taşlanarak öldürülmesi ve Rhesos'u uyurken atları için katletmesi diğer yaptıklarıdır. Ayrıca, Poseidon'un oğlu olan dev kiklop Polyphemus'un tek gözünü kör etmesi de başlı başına bir lânetti. Tüm bu lanetler Athena ve Poseidon tarafından kendisine türlü belalar şeklinde yollandı. Ama sonunda Odysseus 20 yılını evinden ayrı geçirdikten sonra lanetler Zeus tarafından kaldırıldı ve Odysseus sevgili karısına kavuşabildi.


4. Odysseus Palamedes'ten öcünü nasıl aldı?
Truva Savaşına katılmasına sebep olduğu ve oynadığı deli rolünü açık ettiği için Odysseus, Palamedes'e kin duyuyordu. Truva Savaşı sırasında Odysseus, Palamedes'in hayatına son vermek için bir plan yaptı. Truva'lı bir tutukluya zorla bir mektup yazdırdı. Mektupta Palamedes'e teşekkür ediyor ve tutukluluğunun sona ermesi için yolladığı altınları alıp almadığını soruyordu. Odysseus tutukluyu öldürdü ve mektubu alarak Palamedes'in çadırına gitti. Bir miktar altını çadırın içinde toprağa gizlice gömdü. Mektubun bulunması ve Agamemnon'a götürülmesi işini de tezgahladı. Agamemnon mektubu okur okumaz Palamedes'in çadırını arattı. Altın bulununca da Palamedes vatan haini olarak taşlanarak öldürüldü.

5. Truva Savaşı sona erdikten sonra katılacağı filo ile ilgili kararsızlık
Truva yakılıp yıkıldıktan sonra, Truva'dan bir filoya katılarak ayrılmayı tercih etmedi. Yola çıkış günü Agamemnon ile Menelaos arasında görüş ayrılığı vardı. Menelaos, Nestor ile birlikte denize açıldı. Odysseus ise arkalarından başka bir gemiyle onları izledi. Tenedos'ta onlardan ayrıldı ve Truva'ya geri döndü. Böylece, Menelaos'un gemisini takip etmek yerine Agamemnon'un filosuna katılmış oldu.

6. Kikon'ların ülkesi
Odysseus 12 gemisiyle çok güzel bir havada, uygun bir rüzgârda yurtlarına dönmek üzere denize açıldı. Açıldıktan bir süre sonra çıkan kuvvetli bir fırtına Odysseus'un gemileriyle Agamemnon'un gemilerini ayırdı. Odysseus'un filosunda, kendisinden sonraki 2. komutan olan Eurylochus, kıyı kıyı giderlerken ilerideki bir şehri gördü ve şehri yağmalama fikrini söyledi. Fikir Odysseus tarafından kabul edildi ve Trakya'daki (Bugün Bulgaristan'da bir bölge) olan Kikon'ların ülkesinde karaya çıktılar. Gelen savaşçıları gören halk şehri boşaltarak dağlara kaçtı. Herhangi bir koruması, kalesi ve suru bulunmayan İsmaros (İsmara, İsmarus) kentine girip yağmaladılar, yakaladıkları halkını öldürdüler ve yalnız Apollon'un rahibi Maron'u sağ bıraktılar. Ondan 12 küp İsmaros şarabını armağan olarak aldı. Bu şarap çok kuvvetliydi ve suyla sulandırılarak içiliyordu. Bu şarap sonraları tek gözlü dev Polyphemos'u sarhoş etmeye yarayacaktır. Yağma akşam bitince Odysseus adamlarına derhal gemilerine binip denize açılmalarını söyledi. Adamları ağızbirliği ederek yemek yemeğe ve zafer sarhoşluğuyla şarap içmeye başladılar. Hepsi sahilde uyuyup kalınca sabaha karşı, toplu olarak dağdan inen Kikon halkının saldırısına uğradılar. Truva Savaşı sırasında Truva halkına yardım eden savaşçılarıyla Hephaisthos'un yaptığı güçlü silahlar kimde kalacak diye Akha komutanları arasında bir kargaşa yaşandı. Halbuki Thetis, Akhilleus'tan sonraki en yaman savaşçı kimse o alsın istemişti. O adam da Telemon'un oğlu Aias (Ajax) idi. Ama Agamemnon ile Menelaos ne yapıp edip bu benzersiz silahları Odysseus'a verdiler. Daha sonra, Akha yiğitleri belli süreler ve serüvenler geçirerek yurtlarına döndüler. İçlerinden çoğu öldü, bazıları evlerine dönebildi. Sadece Odysseus bir türlü evine dönemedi ve bir on yıl daha denizlerde süründü. Odysseus'un başına musallat olan bu ikinci laneti bazı mitologlar şöyle yorumlar. Truva Savaşında Odysseus, Truva Şehrine dehlizlerden gizlice girerek, şehri koruduğu düşünülen Athena'nın bizzat büyülediği bir heykeli (Palladium) çalarak Agamemnon'a sunmuştu. Odysseus'un başındaki diğer lânetler;Truva Savaşı sırasında tezgah kurarak Palamedes'in taşlanarak öldürülmesi ve Rhesos'u uyurken atları için katletmesi diğer yaptıklarıdır. Ayrıca, Poseidon'un oğlu olan dev kiklop Polyphemus'un tek gözünü kör etmesi de başlı başına bir lânetti. Tüm bu lanetler Athena ve Poseidon tarafından kendisine türlü belalar şeklinde yollandı. Ama sonunda Odysseus 20 yılını evinden ayrı geçirdikten sonra lanetler Zeus tarafından kaldırıldı ve Odysseus sevgili karısına kavuşabildi.

4. Odysseus Palamedes'ten öcünü nasıl aldı?
Truva Savaşına katılmasına sebep olduğu ve oynadığı deli rolünü açık ettiği için Odysseus, Palamedes'e kin duyuyordu. Truva Savaşı sırasında Odysseus, Palamedes'in hayatına son vermek için bir plan yaptı. Truva'lı bir tutukluya zorla bir mektup yazdırdı. Mektupta Palamedes'e teşekkür ediyor ve tutukluluğunun sona ermesi için yolladığı altınları alıp almadığını soruyordu. Odysseus tutukluyu öldürdü ve mektubu alarak Palamedes'in çadırına gitti. Bir miktar altını çadırın içinde toprağa gizlice gömdü. Mektubun bulunması ve Agamemnon'a götürülmesi işini de tezgahladı. Agamemnon mektubu okur okumaz Palamedes'in çadırını arattı. Altın bulununca da Palamedes vatan haini olarak taşlanarak öldürüldü.

5. Truva Savaşı sona erdikten sonra katılacağı filo ile ilgili kararsızlık
Truva yakılıp yıkıldıktan sonra, Truva'dan bir filoya katılarak ayrılmayı tercih etmedi. Yola çıkış günü Agamemnon ile Menelaos arasında görüş ayrılığı vardı. Menelaos, Nestor ile birlikte denize açıldı. Odysseus ise arkalarından başka bir gemiyle onları izledi. Tenedos'ta onlardan ayrıldı ve Truva'ya geri döndü. Böylece, Menelaos'un gemisini takip etmek yerine Agamemnon'un filosuna katılmış oldu.

6. Kikon'ların ülkesi
Odysseus 12 gemisiyle çok güzel bir havada, uygun bir rüzgârda yurtlarına dönmek üzere denize açıldı. Açıldıktan bir süre sonra çıkan kuvvetli bir fırtına Odysseus'un gemileriyle Agamemnon'un gemilerini ayırdı. Odysseus'un filosunda, kendisinden sonraki 2. komutan olan Eurylochus, kıyı kıyı giderlerken ilerideki bir şehri gördü ve şehri yağmalama fikrini söyledi. Fikir Odysseus tarafından kabul edildi ve Trakya'daki (Bugün Bulgaristan'da bir bölge) olan Kikon'ların ülkesinde karaya çıktılar. Gelen savaşçıları gören halk şehri boşaltarak dağlara kaçtı. Herhangi bir koruması, kalesi ve suru bulunmayan İsmaros (İsmara, İsmarus) kentine girip yağmaladılar, yakaladıkları halkını öldürdüler ve yalnız Apollon'un rahibi Maron'u sağ bıraktılar. Ondan 12 küp İsmaros şarabını armağan olarak aldı. Bu şarap çok kuvvetliydi ve suyla sulandırılarak içiliyordu. Bu şarap sonraları tek gözlü dev Polyphemos'u sarhoş etmeye yarayacaktır. Yağma akşam bitince Odysseus adamlarına derhal gemilerine binip denize açılmalarını söyledi. Adamları ağızbirliği ederek yemek yemeğe ve zafer sarhoşluğuyla şarap içmeye başladılar. Hepsi sahilde uyuyup kalınca sabaha karşı, toplu olarak dağdan inen Kikon halkının saldırısına uğradılar. Truva Savaşı sırasında Truva halkına yardım eden savaşçılarıyla birlikte Odysseus'un adamlarına saldırdılar. Odysseus acele olarak denize açılmak zorunda kaldı. Her gemiden 6 kişi kayıp vermiş oldular.

7. Lotüs Yiyenlerin Adası
Güney'e doğru yol Girit adasının kuzeyinden geçti. Mora yarımadasının ucuna varmak üzereyken sert bir poyraz fırtınası onları önce Kythera adasına attı. Burası Lotüs yiyenlerin adasıydı. Yerliler Odysseus'un arkadaşlarına lotüs denen bitkiden yedirmek istediler. Odysseus ise adamlarından gönüllü olan 3 tanesinin bundan yemesini emretti. Adamlar uyuşup uyumaya ve hiçbir şeyi iplememeye başlayınca Odysseus bu bitkiyi yasakladı. Ama adamları bir şekilde bu bitkiden yediler ve sonunda bu bitki onlara dönüş planlarını, isteklerini unutturdu. Adamları hep orada kalmak istedi. Odysseus uyuşmuş adamlarını zor kullanarak gemilere bindirdi ve kuzeye doğru yola devam ettiler. Adamlarını da kendilerine gelinceye kadar gemide bağlı tuttu. Çünkü adamlar sürekli olarak denize atlayıp adaya dönmek için yalvarıyorlardı.

8. Kyklop'ların Adası Sicilya'daki Polyphemus
Yolda keçilerle dolu bir adaya çıktılar ve burada et kumanyası hazırladılar. Etleri kavurup kendilerine yolluk hazırladılar. Odysseus yanına Misenus'u ve 12 adamını alarak bu adanın az ötesinde bulunan Kyklop'ların yani Tepegöz'lerin yaşadığı bölgeye gitti. Buldukları büyük bir mağaraya girdiler. İçeride sakin sakin duran büyük bir mandıra onları sevindirdi. Akşam olunca bir dev olan kyklop Polyphemus sürüsüyle birlikte mağarasına döndü. Sürüsünü gütme amacıyla yerden kopardığı kocaman bir çam ağacı da elindeydi. İçeri girer girmez davetsiz konukları farketti ve girişe büyük bir kaya yerleştirdi. Sonra da yakalayabildiği Odysseus'un arkadaşlarını birer birer yemeye başladı. Odysseus, devi, yanlarında getirdikleri İsmaros şarabını sulandırmadan vererek sarhoş etti. Şarabın karşılığında da dev ona söz verdi, en son Odysseus'u yiyecekti. Ama Polyphemus iyice sarhoş olup uyuyakalınca Odysseus, Polyphemus'un sürüsünü güderken kullandığı çam ağacını yontarak bir mızrak yaptı ve bunu arkadaşlarının da yardımıyla tek gözüne savurarak onu kör etti. Odysseus ve kalan adamları, mağaradaki sürünün arasına karışıp devin bacaklarının arasına saklandılar. Sabah olunca Polyphemus sürüyü dışarı çıkarmak için kocaman taşı mağaranın önünden çekti. Ama dışarı çıkan koyunlarını tek tek eliyle yokladı kör dev. Odysseus ve adamları koyunların altına saklanarak dışarı çıktılar ve gemilerine koştular. Kör Polyphemus, kıyıya gelerek sesin geldiği tarafa doğru olmak üzere Odysseus'un gemilerine büyük taşlar atmaya başladı. Kör olduğundan isabetli bir atış yapamadı. Gemi iyice uzaklaşınca kollarını kaldırarak babasına yalvardı ve şöyle dedi: "Babacığım, bunlar beni kör ettiler. Bunların evlerine dönmesine izin verme. Eğer Odysseus denen adam bir şekilde evine dönmeyi başarırsa gemilerdeki tüm adamları ölmüş olsun ve evine de başkasına ait bir gemiyle tek başına dönsün." Polyphemus, denizler tanrısı Poseidon'un oğluydu. Poseidon, oğlunun kör edilmesine çok kızdı ve ileride Odysseus'un eve dönüş yolundaki gecikmelerine sebep oldu. Diğer Kyklop'lar limandan söktükleri kocaman taşları arkalarından denize attılarsa da çok geç kalmışlardı. İlk çağdan beri Sicilya ile bir tutulan Tepegözlerin adasından, yeller tanrısı Aiolos'un adasına çıktılar.

9. Rüzgârların Kralı Aiolos'un Adası Aiolia
Aiolos (Aeolus), bir ölümlü olduğu halde tanrılar ona rüzgârları kontrol etme gücü vermişlerdi. O yüzden kendisini tanrı gibi görüyordu. Aiolos, onları orada kaldıkları bir ay boyunca çok iyi ağırladı ve Odysseus'un her gece anlattığı birbirinden ilginç hikâyelere bir karşılık vermek düşüncesiyle, içinde bütün rüzgârların saklı olduğu bir tulum hediye etti. Veda günü de arkalarından bir veda yeli salarak gemileri uğurladı. Odysseus'un tulumun başında günlerce uyumadan nöbet tuttuğunu gören adamları aralarında konuşarak, tulumda gizli bir hazine olduğuna karar verdiler. En sonunda Odysseus yorgunluğa yenilip uyuyakalınca Eurylochus, tam Yunanistan kıyıları görünürken, yolculuklarının sonu bu kadar yakınken, tulumu aldı. Eurylochus, bunu diğerlerinin yanına götürdü ve hep birlikte usulca alıp açtılar. Bütün yellerin bir anda serbest kalmasıyla çok korkunç bir fırtınanın esmesine sebep oldular. Yunanistan kıyılarından süratle uzaklaşıp kayboldular ve gerisin geriye Aiolia adasının açıklarına sürüklendiler. Aiolos adasına ikinci çıkışlarında ise sebep oldukları büyük tayfun sebebiyle kovalandılar. Çünkü, halk Poseidon'un öfkesinden korktu. Odysseus'un filosu altı gün boyunca kürek çekerek, fırtınalı denizde daireler çize çize kuzey yönünde yol aldı. Bu süre boyunca Odysseus kalbinin kırıldığını ve üzüntüsünü arkadaşlarından sakladı. Sonunda Laistrygonianların ülkesine vardılar.

10. Laestrygon'ların Ülkesindeki Yamyamlar
İtalya'daki bu kayalık bölgenin Telepylos adlı limanına filo yaklaştığında Odysseus kendi gemisini yarımay şeklindeki limanın dışındaki yüksek kayalıkların dibinde uygun bir yere bağlattı. Filonun gerisini ise içeriye gönderdi ve kendisinin adamları ile patikadan yürüyerek geleceklerini söyledi. Diğer tüm gemiler limana girdikten sonra adamlarıyla karaya çıkarak patikalardan kayalıkların tepesine yol bulmaya çalıştılar. Epey bir zaman sonra kayalıkların üstüne vardıklarında limanı ve demirlemiş gemilerini gördüler. Ayrıca limanın hemen arkasından gelen dumanları da görüp merak ettiler. Bunun ne sebebini öğrenmek için aşağı doğru inerlerken karşılarına iri yarı, uzun boylu genç bir kız çıktı. Kendisini buranın kralı Antiphates'ın kızı olarak tanıttı ve onları krala götürmek için yolu göstereceğin söyledi. Onu takip ettiler ve kız onları dev bir kadının yanına getirdi. Bu kadın kral Antiphates'in karısıydı ve gelenleri görür görmez hemen kocasını çağırdı. Kocası gelir gelmez Odysseus'un adamlarından kendisine en yakın duranı eliyle kaptığı gibi öldürüp yemeye başladı. Odysseus'un ve diğer 2 adamı korkup kaçınca da Antiphates haykırıp yardım istedi. Bağırtıyı duyup gelen binlerce hepsi erkek dev, Odysseus ve adamlarının peşlerine düştüler. Yüksek tepelerden kopardıkları iri kayaları savurarak limanın içindeki tüm gemileri parçalayıp batırdılar. Denize atlayıp kaçmaya çalışanları da uzun mızraklarıyla balık gibi avladılar. Odysseus ve kalan 52 adamıyla limanın dışındaki gemiye ulaşmayı başarıp hemen yelkenleri açıp uzaklaştılar. Kuzeye doğru yol alıp Aiaie (Korsika) adasına çıktılar.

11. Kirke'nin adasındaki esaret
Burası büyücü Kirke'nin (Circe) yaşadığı büyük bir adaydı. Burasının Latium kıyılarındaki bugün "Capo Circeo" ya da “Cape Circaeum” diye anılan yer olduğu biliniyor. Roma'ya 100 km mesafedeki bu kıyı, etrafındaki sığlıklar yüzünden deniz tarafından bakıldığından ada gibi görünür. Odysseus, Güneş Tanrısı Helios ile Okeanos'un kızı Perseis'ten doğma Kirke'nin yanında 1 yıl kadar kaldığı söylenir. Güzel bir kız olan Kirke, çok güçlü bir büyücüydü. Odysseus'un karaya çıkardığı öncü grubu aldı ve bir ziyafet düzenledi. İçtikleri şarabın içine ilâç koyarak hepsini uyuttu sonra da onları domuza çevirdi. İçlerinden sadece Eurylochus şaraptan içmedi ve fırsatını bularak kaçtı ve Odysseus'a yetişerek durumu anlattı. Odysseus tam adamlarını kurtarmak için kıyıya atılacakken Zeus'un emriyle Hermes gelerek Odysseus'a Kirke'nin büyülerinden uzak durmasını öğütledi. Odysseus inat edince Hermes ona sadece kutsal ve seçilmiş rahiplerin elleriyle toplandığında etki eden özel "malu" isminde bir ot verdi. Odysseus bu otu cebine koyarak Kirke'nin karşısına çıktı. Hermes, Odysseus'a Kirke'yi nasıl yeneceğini öğretmişti: Kirke, Odysseus'a içinde uyuşturucu olan bir şarabı içirecekken, içinde Hermes'in, onun da domuz şekline dönmemesini sağlayacak malu bitkisini atacak ve kılıcıyla Kirke'ye saldırıp, kendisine ve arkadaşlarına kötülük yapmayacağına dair yemin ettirecekti. Öyle de oldu. Kirke, Odysseus'un gücü karşısında etkilendi ve onu yatağına aldı. Tayfasını eski hallerine çevirinceye kadar Odysseus, onun tekliflerini geri çevirdi. Sonunda Kirke boyun eğerek adamları eski haline çevirdi. Odysseus'un Kirke'den Telegonus isminde bir oğlu oldu. 1 yıl kadar burada kaldılar. Ama Odysseus'un arkadaşları artık ona eve dönmesi gerektiğini hatırlatınca, Kirke buna Zeus'tan korkuğundan razı oldu ama bir tavsiyesi vardı: Ölüler Ülkesine (Hades) gidip yoldaki tehlikeler için kahin Teiresia'nın (Tiresias) ruhuna danışacaklardı. Kahinin ruhundan gereken açıklamaları aldıktan sonra tekrar buraya döneceklerdi. Odysseus eğer dönmez ise evine yine ulaşamayacaktı. Çünkü, bir tehlike daha vardı (Sirenler) ve bunu sadece Kirke biliyordu.

12. Ölüler Ülkesi Hades'e iniş
Odysseus Kirke'nin teklifini kabul etti ve hemen yelkenler açıldı. Hades'in dünya üzerinde birkaç girişi bulunuyordu. Kendilerine en yakın olan girişe ulaşmak için doğuya doğru ilerlediler. Persephone'nin diktiği sık ağaçlardan ibaret koruluğun bulunduğu yerden İtalya'da karaya çıkıldı. Kurban kesmek için yanlarına birkaç koyun alıp, Hades'e akan Styx nehrinin Acheron kolunun kıyısına geldiler. Irmak boyunca yürüyüp Styx'in iki büyük kolu Acheron ve Phlegethon'un birleştiği yerdeki büyük bataklıklara geldiler. Bu bataklıkların diğer tarafında Kerberos, yeraltında girişin önünde nöbet tutuyordu. Karşıya geçmeleri mümkün olmadığından, yeraltındaki ölüleri bulundukları tarafa çekebilmek için koyunları Hades'e adayarak kestiler ve kanlarını topraktaki çukurca bir yerde biriktirdiler. Kurban kesmenin amacı ölülerle konuşabilmek için Hades'in iznini alabilmek içindi. Kan kokusuna bir çok ruh gelip etraflarında dolaşmaya başladı. Odysseus'un beklediği Teiresia epey bir müddet sonra geldi. Odysseus diğer ruhları kılıcıyla kovaladı ve ona evine nasıl döneceğini sordu. Teiresia ona iki seçeneği olduğunu söyledi. Ya karayı (Balkan Yarımadasını) Ren Nehri oluyla katedip, İstros (Tuna) nehri yoluyla Karadeniz'e çıkıp, boğazdaki çarpışan mavi kayaları (Symplegad'lar) geçip ülkesine uzun yoldan dönecekti ya da kısa yol olan Scylla-Charybdis geçidinden (Messina Boğazı) geçecekti. Odysseus zaten çok fazla zaman kaybettiğinden ikincisini seçti. Ayrıca, hareketli dev buz kütlelerinden ibaret Symplegad'lardan İason hariç kimse geçememişti ki o da zaten Zeus'un yardımıyla geçebilmişti Altın Postlu Koç'un postunu bulmak için.
Teiresia ona ölüler ülkesinden ayrıldıktan sonra yemyeşil bir adaya geleceklerini, orada otlayan Helios'un sığırlarına kesinlikle dokunmamaları öğüdünü aldı. Helios'un sığırlarını geçtikten sonra karşılarına gelecek dar ve bol anaforlu Scylla-Charybdis geçidini nasıl geçeceklerini de söyledi. Orada boğazı tutan iki canavar kızdan Scylla'nın bulunduğu nispeten suyun daha akıntısı az kısmına yönelmelerini söyledi. Tekneye küreklerle iyice hız verdikten sonra adamlar sinerek saklanacaklar ve tekne hiç kürek çekilmeden Scylla'nın bulunduğu yerden sessizce geçecekti. Scylla 6 kafasıyla 6 adamı alıp yemekle meşgulken gemi boğazdan geçmiş olacaktı. Odysseus bunu duyunca Teiresia'nın söylediklerinden adamlarına hiç bahsetmemeye karar verdi.

Ayrıca, evine sağsalim dönmesinin bir şartının da Poseidon'un öfkesini geçirmek olduğunu da belirtti. Poseidon'un öfkesini yatıştırmak için yapması gereken ise şuydu. İyi yapılmış bir tekne küreğini alacak ve karada iyice içerilere yayan olarak bu küreği taşıyacaktı taa ki denizi hiç görmemiş insanlara denk gelip taşıdığının harman atmaya yarayan bir eşya olduğunu sanmalarına kadar. Denize bu kadar yabancı, ekmeklerine denizin tuzunu hiç koymamış bu halka rastlayınca kurbanını Poseidon'a kesecek ve affedilecek, ancak ondan sonra evine dönebilecek ve yaşlanarak ölecekti. Odysseus Teiresia'ya teşekkür edip, hazır gelmişken ölüler ülkesinde biraz gezinmek istedi. Etrafında gördüğü çeşitli hayallerin ona gerçek gibi görünmesiyle zaman geçirirken karşısına büyük savaşçı Akhilleus'un hayali geldi. Akhilleus o sıralar Hades'te idi ve annesi Thetis sayesinde Tuna nehrinin denize döküldüğü yerin karşısındaki Leuke adasındaki ebedi istirahatgâhına Zeus'un onayıyla henüz geçmemişti. Akhilleus'un yanında Aias da (Ajax) vardı. Aias hâlâ Odysseus'a kırgındı ve konuşmak istemedi. Çünkü, Truva Savaşında Akhilleus öldükten sonra onun silahlarını Akhilleus'tan sonraki en büyük savaşçı kim ise o alsın demişti Akhilleus'un annesi Thetis. Oysa, silahları ne yapıp edip Odysseus Aias'ın elinden almıştı. Odysseus burada Aias'tan özür dilemedi ve Akhilleus'la konuşmayı tercih etti. Akhilleus ise ona burada olmaktansa dünyada ölümlü bir köle olmayı tercih ettiğini söyledi.

Odysseus onlardan ayrıldıktan sonra Hades'ten çıkış yolunda eski arkadaşı Elpenor'a rastladı. Elpenor, öldüğünde cesedi için düzgün bir cenaze töreni yapılmadığından dolayı burada sorunlar yaşadığından dem vurup Odysseus'a yalvardı ve ona gidip mezarını bulup yapması gerekenleri söyledi. Odysseus ölüler ülkesinde fazla kalmanın iyi olmayacağını düşünerek çıktı ve tekrar gemisine geldi. Aiaie'ye (Korsika) döndü. Kirke, Odysseus ve adamlarının geri döndüklerini ve verdikleri sözü tuttuklarını görünce, yollarının üzerinde bulunan sirenlerin adasından ve tehlikesinden bahsetti. Kirke'ye göre hepsi kulaklarını balmumundan tıkaçlarla tıkamalı ve onların içli şarkılarını hiç duymadan oradan geçip gitmeliydiler. Ama Kirke şunu da Odysseus'a söyledi. Eğer Odysseus merakına yenilir de sirenlerin acayip etkileyici şarkılarını duymak isterse, kendisini mutlaka geminin direğine bağlatmalıydı. Yoksa bu şarkılara kimse dayanamaz denize atlar ve adaya çıkar çıkmaz da bu yaratıklar tarafından öldürülüp yenirdi.

13. Sirenlerin karşı konulamaz şarkıları
Yola çıktıktan sonra Kirke'nin bahsettiği yarı kuş, yarı kadın şeklindeki Sirenlerin dayanılmaz şarkılarından korunmak amacıyla, Odysseus'un adamları kulaklarını balmumundan yaptıkları tıkaçla tıkadılar. Odysseus ise kulaklarına birşey tıkamadı. Çünkü o meraklıydı ve sürekli konuşulan bu sirenlerin şarkılarını duymayı arzuluyordu. Bu yüzden, kendisini geminin direğine bağlattı ve adamlarına tembih etti. Ne kadar yalvarırsa yalvarsın, sirenlerden uzaklaşıncaya kadar kendisini çözmeyeceklerdi. Çok geçmeden Sirenlerin bulunduğu adanın önlerine geldiler. Sirenlerin yürek paralayan şarkılarını duyan Odysseus, beklendiği gibi adamlarına kendisini serbest bırakmaları için çok yalvardı, dil döktü, vaadlerde bulundu. Ama adamları sirenler gibi onu da duymadılar ve ne dediğini anlamadılar. Odysseus debelendikçe adamları ipleri daha da sıkı bağladılar. Bu şekilde bu belalı yerden geçip kurtuldular. Daha sonra Odysseus'u çözdüler.

14. Scylla ve Charybdis Canavarları
Daha sonra Sicilya ve İtalya arasındaki yüksek uçurumdan ibaret bir geçide (Messina Boğazı) geldiler. Geçidin bir tarafı anaforlu, diğer tarafı anaforsuz ve sakindi. Denizin anaforsuz ve sakin olduğu uçurumdan birisinde denizden yüksekçe bir mağara vardı ve mağaranın içindeki Crataeis'in kızı Scylla'nın 20 ayak uzunluğundaki ayakları mağaradan aşağı sallanıyordu. 6 kafası ise gelen gemileri görebilmek için her yöne bakacak şekildeydi. Suyu anaforlu ve yüksek akıntılı olan diğer tarafta Poseidon'un kızı Charybdis oturmaktaydı ve günde üç kez bu suya girip çıkardı. Odysseus'un gemisini geçide sokunca Scylla'nın bulunduğu taraftaki sakin sulara yöneltti. Adamlarına kürek çekerek iyice hız vermeyi, canavara yaklaştıklarında ise herkesin sinerek saklanmasını söyledi. Adamlar denileni yaptılar fakat tekne Scylla'nın mağarasının altından geçerken, 6 kafasıyla canavar uzanarak 6 adamını kapıverdi. Herbir kafa bir adamı yerken, tekne bu sefer anaforların bulunduğu karşı tarafa yöneldi. Akıntının çektiği gemi Charbydis'e doğru yaklaştığı sırada Odysseus ölü bir sığırı denize atarak kendisi de, adamları da denize atladılar. Ölü sığıra tutunarak kurtuldular. Gemisini ise anafor yuttu. Anaforun tekneyi batırdığı yere dalan Charbydis, ise aramalarına rağmen yiyecek insan bulamadı. Teknesinden 6 kişiyi kurban vererek geçtikleri bu geçitten sonra, kalan adamları Odysseus'tan kuşkulanmaya, söylenmeye başladılarsa da Odysseus aldırış etmedi.

15. Sicilya'da tayfalar söz dinlemiyorlar
Daha sonra Güneş Tanrı Helios'un beyaz ve kutsal sığırlarının otladığı yemyeşil Thrinakie (Thrinacia) adasına geldiler. Odysseus adamlarına güvenmediğinden, karaya çıkılmayacağı emrettiyse de, içlerindeki en ödlekleri olan Eurylochus, her nasılsa Odysseus'un emrine karşı çıktı. Odysseus ise akılsızlık edip geri adım attı ve adamların karaya çıkmalarına izin verdi. Rüzgârsız günler yüzünden bir süre orada kaldılar. Odysseus adamlarına, hem Kirke'den hem de Teiresia'dan daha önce aldığı öğüt uyarınca sığırlara kesinlikle dokunmamalarını söylediyse de, kavurma etleri tükendiğinden kendisi keşifte uzaklardayken iken, geçitte arkadaşlarını bile bile kaybetmelerine sebep olan Odysseus'a zaten kızgın tayfaları birkaç sığırı bile bile yakalayıp kestiler. Theiresias'ın üzerine basa basa sakınmalarını bildirdiği gibi bu olay onların hepsinin ölümüne sebep olacaktı. Sığırları gözetleyen Helios'un kızları Lampetia ve Phaethusa, durumu derhal babalarına bildirdi. Helios doğruca Zeus'a gidip şikayet etti ve eğer adaleti sağlamazsa yeraltını gündüz, dünyayı da gece yapacağını, gidip Güneş'i alıp, yeraltındaki karanlıklar ve ölüler ülkesine koyacağını söyledi. Zeus bunun üzerine, tam denize açılmak üzere olan Odysseus'un gemisine müthiş bir yıldırım gönderdi. Gemi paramparça oldu, tayfaların hepsi boğuldu. Odysseus sağ kalmak için kırık yelken direğine tutundu. Akıntılarla gele gele Scylla-Charybdis geçidine geldi. Geçidi bir zarar görmeden bir daha aştı. Bu sırada devamlı hayâller gördü. Gördüğü hayâllerde ülkesini, İthaca'yi ve kraliçesi, karısı Penelope'yi gördü. 9 gün daha denizde çalkalandıktan sonra peri Kalypso'nun adasına (Tunus) kıyıya tükenmiş halde çıktı.

16. Su Perisi Kalipso'nun Ülkesinde Esaret
Odysseus tam yedi yılını Atlas'ın kızı olan bu perinin yanında geçirdi. Kalipso (Calypso), Ogygia Yarımadasında saltanat süren bir periydi ve Odysseus'u çok sevmişti. Ondan burada birlikte kalmalarını, Odysseus'un da kocası olmasını istedi. Eğer Odysseus bu teklifi kabul ederse Calypso onu ölümsüz yapacaktı. Ama bir tek şartı vardı. Ona bağlı kalacaktı ve ülkeyi terketmeyecekti. Kalipso Odysseus'a sonsuz hayatı vaad etti ama Odysseus bu teklifi red etti. Kalipso, Odysseus'un gitmesine izin vermedi. Olayı Olympos'tan izleyen Athena ve Zeus, Hermes aracılığıyla bir emir gönderdi. Kalipso, Odysseus'u alıkoymaktan vazgeçecek ve hemen onu serbest bırakacaktı. Böylece, 2. defa Hermes'in Zeus'tan getirdiği emirle Odysseus serbest kalıyordu. Kalypso bunun üzerine Odysseus'u çağırdı ve istemeye istemeye onu serbest bıraktığını söyledi. Ayrıca, ona bir sal yapması için de yardım etti. Yanına türlü yiyecek, su ve şarap vererek onu uğurladı. Poseidon, oğullarından birisinin tek gözünü kör eden Odysseus'u tekrar denizde bir salla yolculuk ettiğini görünce, yarattığı birbirinden yüksek dalgalar ve fırtınayla salı batırdı. Ama, tanrıça İno'dan yardım gören Odysseus, yüzerek dürüst ve iyi bir halk olan Phaecian'ların adasına (Scheria adası, Korfu) çıktı.


17. Phaecian'ların Ülkesinde Alkinoos'un Sarayı
Phalak prensesi Nausikaa, sık sık yaptıkları gibi yine birgün arkadaşlarıyla ırmak kıyısına top oynamaya gitti. O gün top ırmağın gerisindeki koruluğa düştü ve orada günlerce yüzmekten yorgun Odysseus'u gördüler. Onu uyandırdılar. Uyanınca hizmetçi kızlar kaçıştı, yalnız Nausikaa, erkekliği yosunlarla örtülü çıplak Odysseus'tan ürkmedi. Nausikaa, hizmetçilerine bu yakışıklıyı öğrenince, kılık değiştirmiş olarak Penelope'ye gitti ve ona şöyle dedi: "Ben Odysseus'un arkadaşıyım. Kendisi daha sonra buraya gelecek. Taliplileri oyalamak için bir oyun tertiplemenizi istedi. Odysseus'un yayına her kim kirişi takıp, 12 sıra çatılmış balta başlarının arasından oku atıp geçirebilirse Penelope ile evlenebilecek." Bu yay, Apollon'un yaylarından birisiydi ve Truva Savaşından önce Apollon bu yayı Odysseus'a hediye etmişti. Apollon, yayın nasıl eğilerek kirişin geçirileceğini de göstermişti. Kendisinden başka hiç kimsenin bunu yapamayacağını bildiğinden böyle bir oyun tezgahladılar. Zaten o zaman kadar da Penelope, taliplileri oyalamak adına hergün bir kefen örüyor, kefen bittiğinde kendi seçeceği birisiyle evleneceğini söylüyordu. Her gece, gündüz ördüklerini sökerek, ertesi gün yeniden başlıyordu. Kefen, Odysseus'un babası Leartes için örülüyordu güya. Penelope'un hizmetçilerinden birisi bu sırrı taliplilerden birisine anlatınca da hepsi bir olup Penelope'a sabırlarının tükendiğini, artık içlerinden birisini seçmeleri gerektiğini tam söyledikleri gün Odysseus, Penelope'a kimliğini gizleyerek gidip yaya ipin takılması tezgahını söylemişti. Sabırsız talipliler teker teker yayı eğerek kirişi ucuna takmayı denediler. Hiçbirisi bunu başaramayınca kenardan onları izleyen dilenci kılığındaki Odysseus yayı alarak bacaklarının arasına aldı ve vücuduyla abanarak kirişi taktı, oku atarak 12 balta başının arasından geçirdi. Arkasından Athena sihiri bozarak Odysseus'un gerçek yüzünü herkese gösteriverdi. Odysseus, taliplilerin o şaşkınlığı arasında geniş salondaki tüm kapıları hizmetçilerine kapattırdı. Telemachus, Athena ve Eumaeus yardımıyla da haberci Medon ve taliplileri eğlendirmek zorunda bırakılan ozan Phemius hariç tüm taliplileri öldürdü. Arkasından da Telemakhos taliplilere hizmet eden tüm kadın hizmetçileri öldürdü.

20. Penelope'un testi
Penelope, bu yaşlı adamın hâlâ kocası olduğuna inanmıyordu. Bunu test etmek için eskiden yattıkları yataklarının salona taşıtılması emrini verince Odysseus çok kızdı. Çünkü yatak odalarındaki yataklarının bir tarafı canlı bir zeytin ağacından destek alıyordu. Bunu bilen sadece Penelope ve Odysseus olduğundan, Penelope kızgın kocasını yatıştırdı ve onun gerçekten Odysseus olduğuna artık inandığını söyledi. Penelope test için Odysseus'un affını diledi ve Odysseus onu affetti. Taliplilerden Antinous'un babası Eupeithes, Odysseus'u sonradan öldürmek ve tahta geçmek istedi ise de, Odysseus'un babası Leartes, Eupeithes'i öldürdü. Athena, Odysseus'un yaşamının barış içinde geçerek, onun yaşlanarak yavaş yavaş mutlu bir şekilde ölmesini istediğinden, ölen tüm taliplilerin ailelerini intikam almamaları için uyardı. Odysseus, İthaka kralı olarak uzun yaşadı ve eceliyle öldü.



19 Nisan 2012 Perşembe

Yaratılış Destanı

**Yaratılış destanı bilinen en eski destan olmakla birlikte, yaratılışı her şeyin nasıl nasıl başladığını anlatır. Destan bazı bölümleriyle çok tanıdık gelecektir.İslamdaki yasak meyve,şeytanın kovulması gibi olaylarla benzeşmesi dikkat çekicidir.

Her şeyden önce su vardı. Yer, ay, gök, güneş yoktu. Sadece Tanrı Kayra Han (Kuday)vardı, ancak yalnızdı ve canı sıkılıyordu, sudan gelen bir ses ona "yarat" dedi.O da kendi gibi birini yarattı ve ona kişi dedi. İkisi de birer kara kaz gibi su üzerinde uçuyorlardı. Tanrı Kayra Han bir şey düşünmüyordu. O sırada Kişi, yeli bulup suyu dalgalandırdı. Kayra Han'ın yüzüne su sıçrattı. Bunu yapınca da kendisinin Tanrı'dan güçlü olduğunu sandı; daha yüksekte uçmak istedi. Ama uçamadı; suya düşüp dibe battı. Boğulmak üzereydi. Bana yardım et ! diye bağırıp Kayra Han'dan yardım istedi.
Tanrı Kayra Han izin verdi, Kişi su yüzüne boğulmadan çıktı. Sonra Tanrı, 'Sağlam bir taş olsun ! dedi. Suyun dibinden bir taş yükseldi. Kayra Han ile Kişi, bu taşın üzerine oturdular. Kayra Han, Kişi'ye Suya dal, suyun dibinden toprak çıkar ! diye buyruk verdi. Kişi, Tanrı'nın buyruğunu yerine getirdi. Suyun dibinden çıkardığı toprağı Kayra Han'a götürdü. Kayra Han, Kişi'nin getirdiği toprağı suyun üzerine serperken Yer olsun ! diye buyurdu.
Buyruk yerine geldi, yeryüzü yaratıldı. Kayra Han, yine Kişi'ye Suya dal, suyun dibindeki topraktan çıkar ! diye buyruk verdi. Kişi, suya daldığında, bu kez kendim için de toprak alayım diye düşündü. İki avucuna da toprak doldurdu; bir avucundakini Kayra Han'dan gizlemek için ağzına attı. Dileği, Kayra Han'dan gizli kendine göre bir yer yaratmaktı. Avucundaki toprağı getirip Kayra Han'a uzattı. Kayra Han, toprağı suyun üzerine serpip genişlemesini buyurdu. Kayra Han'ın suya serptiği toprak gibi, Kişi'nin ağzındaki toprak da büyüyüp genişlemeğe başladı. Kişi korktu; soluğu kesildi, öleyazdı. Kaçmağa başladı. Ancak, nereye kaçsa yanı başında Tanrı Kayra Han'ın varlığını hissediyordu. O'ndan kaçamıyordu. Çaresiz kaldı, Tanrı'ya yalvarmağa başladı: Tanrı ! Gerçek Tanrı ! Bana yardım et. Kayra Han, Kişi'ye Ağzındaki toprağı ne için sakladın dedi. Kişi, Kendime yer yaratmak için saklamıştım diye yanıt verdi. Kayra Han da,Öyleyse at ağzından ve kurtul dedi. Kişi'nin ağzındaki toprak yere dökülürken küçük tepeler oluştu. Kayra Han, Artık sen günahlı oldun dedi, Bana karşı geldin. Kötülük düşündün. Bundan sonra sana uyanlar, senin gibi kötülük düşünenler senin gibi kötü kişi olacak; bana uyanlar ise iyi ve pak kişiler olacak, güneş ve aydınlık yüzü görecek. Ben, gerçek Kurbustan adını almışımdır; bundan sonra senin adın da Erlik olsun. Günahlarını benden saklayanlar senin adamın olsun, günahlarını senden saklayanlar benim adamım olsun.
Yeryüzünde, dalsız budaksız bir ağaç yeşerdi. Kayra Han, bu dalsız budaksız ağaçtan hoşlanmadı. Dalları, yaprakları olmayan ağaca bakmak güzel değil. Bu ağacın dokuz dalı olsun ! dedi. Dalsız budaksız ağaç birden dokuz dallı oldu. Kayra Han, Dokuz dalın herbirinin kökünden, birerden dokuz kişi türesin; bunlar dokuz millet olsun ! dedi. Erlik, bunlar olurken büyük bir gürültü duydu. Nedir acaba diye düşündü. Kayra Han'a gürültünün nedenini sordu. Kayra Han, Ben bir hakanım, sen de kendince bir hakansın. İşittiğin gürültüyü yapanlar benim insanlarımdır ! dedi. Erlik, Kayra Han'dan bu insanları kendisine vermesini istedi. Kayra Han, Olmaz ! diye karşıladı; Sen git kendi işine bak !
Erlik'in canı sıkıldı. Hele bir gidip şu insanları göreyim diyerek kalabalığın yanına vardı. Orada insanlardan başka yaban hayvanları, kuşlar ve daha nice yaratıklar vardı. Erlik, Kayra Han bunları nasıl yarattı acaba, bunlar ne yer, ne içerler diye düşündü. O düşüne dursun, insanlar ağacın yemişlerinden yemeğe başlamışlardı. Erlik baktı ki, insanlar ağacın yalnızca bir yanındaki yemişleri yiyorlar, öte yandakilere ellerini sürmüyorlar. İnsanlara bunun nedenini sordu. İnsanlar, şu yanıtı verdiler: Tanrı bize o yandaki yemişlerden yemeği yasakladı. Biz yalnızca Tanrı'nın izin verdiği, ağacın gündoğusundaki yemişlerden yiyoruz. Şu gördüğün yılan ile köpek, yasak yandaki yemişleri yemememiz için bekçilik ediyor. Bu yanıt, Erlik'i sevindirdi. Erlik Körmös, insanlardan Doğanay (Törüngey) denilen erkeğe yaklaştı. Ona Kayra Han size yalan söylemiş. Asıl, yasakladığı yemişlerden yemeniz gerekir. Onlar daha tatlıdır. Bir deneyin; göreceksinizdedi. Erlik, uyumakta olan yılanın ağzına girdi; ağaca çıkmasını söyledi. Yılan, ağaca çıkıp yasak yemişlerden yedi. Doğanay'ın karısı Ece (Eje), yanlarına geldi. Erlik, Doğanay ile Ece'ye de yasak yemişlerden yemelerini söyledi. Doğanay, Kayra Han'ın sözünü tutarak yasak yemişlerden yemedi. Karısı Ece dayanamadı, yedi. Yemiş çok tatlı idi. Alıp kocasının ağzına sürdü. Doğanay ile Ece'nin tüyleri birden döküldü. Utandılar. Kaçıp, herbiri bir ağacın ardına saklandılar.
Kayra Han oraya geldi. İnsanlar, kaçışıp bir köşeye gizlenmişlerdi. Kayra Han, Doğanay ! Ece ! Doğanay ! Ece ! diye haykırdı, Neredesiniz ?. Doğanay ile Ece Ağaçların arkasındayız dediler,Karşına çıkamıyoruz, utanıyoruz. Sonra, olanları bir bir anlattılar. Kayra Han, bildiği şeyleri duymanın öfkesi içinde herbirine ayrı cezalar verdi. Şimdi sen de Erlik'ten bir parça oldun diyerek yılana verdi ilk cezayı. İnsanlar sana düşman olsun; seni görünce vurup, ezip öldürsünler ! dedi. Ece'ye döndü, Sen, Erlik'in sözüne uydun. Yasak yemişi yedin. Cezanı çekeceksin. Çocuk doğuracaksın. Doğururken de acı çekeceksin. Sonunda öleceksin, ölümü tadacaksın. Doğanay'a da şöyle diyerek cezasını verdi: Erlik'in gösterdiğini yedin. Benim sözümü dinlemedin, Körmös Erlik'in sözüne uydun. Onun adamları onun dünyasında yaşar, Karanlıklar dünyasında bulunur. Benim ışığımdan yoksun kalır. Körmös (Şeytan, Erlik) bana düşman oldu; sen de ona düşman olacaksın. Benim sözümü dinleseydin, benim gibi olacaktın. Dinlemediğin için dokuz oğlun, dokuz da kızın olacak. Bundan sonra ben, insan yaratmayacağım. Artık, insanlar senden türeyecek. Kayra Han, Erlik'e de kızdı. Benim adamlarımı niçin aldattın ? diye sordu öfkeyle. Erlik Ben istedim, sen vermedin dedi, Ben de senden çaldım. Artık, hep çalacağım. Atla kaçarlar ise düşürüp çalacağım. İçip içip esrirler (sarhoş olurlar) ise birbirlerine düşürüp döğüştüreceğim. Suya girseler, ağaçlara çıksalar bile yine çalacağım. Kayra Han da, Öyleyse; dokuz kat yerin altında ayı, güneşi olmayan Karanlık bir dünya vardır. Seni oraya atıyorum diyerek Erlik'i cezalandırdı. Her şey bitince, bütün insanlara birden ceza verdi. Bundan sonra kendi yemeğinizi kendiniz kazanacak, gücünüzle elde edeceksiniz; benim yemeğimden yemek yok dedi, Artık, yüz yüze gelip sizinle konuşmayacağım. Bundan sonra size Gök Oğul'u (May-Tere) göndereceğim.
Gök Oğul, insanlara birçok şey öğretti. Arabayı da Gök Oğul yaptı. Ot köklerini, yenilebilecek otları insanlara öğretti. Erlik, Gök Oğul'a yalvardı: Ey Gök Oğul, bana yardım et. Kayra Han'dan izin dile. Yanına çıkmak istediğimi söyle. Yardım et bana. Gök Oğul, Erlik'in dileğini Kayra Han'a iletti. Kayra Han aldırış etmedi. Gök Oğul, altmış yıl yalvardı.
Sonunda Kayra Han, Erlik'e haber gönderdi: Düşmanlıktan vazgeçersen, insanlara kötülük etmezsen sana izin veririm, yanıma gelirsin ! Erlik, söz verdi. Kayra Han'ın katına çıktı. Baş eğdi.Beni kutsa. Bana izin ver, ben de kendime gökler yapayım diye yalvardı. Kayra Han, izin verdi. Erlik, kendisi için gökler yaptı. Adamlarını topladı, yaptığı göklere yerleştirdi; kendisi de başlarına geçti. Çok kalabalık oldular. Kayra Han'ın en sevgili kullarından olan Ulu Kişi (Mandı-Şire), bu duruma çok üzüldü. Üzüntü içinde düşündü: Bizim öz kişilerimiz yeryüzünde sıkıntı çekip yoruluyor. Erlik'in adamları ise, göklerde keyfedip duruyor. Ulu Kişi, bu üzüntü içinde Erlik'e savaş açtı. Erlik, daha güçlü çıktı. Ateş ile vurup Ulu Kişi'yi kaçırdı. Ulu Kişi, Kayra Han'ın katına çıktı. Kayra Han, Nereden geliyorsun ? dedi. Ulu Kişi, Erlik'in adamlarının gökte oturması, bizim adamlarımızın ise yeryüzünde binbir güçlük içinde yaşamaları ağırıma gitti. Erlik'in yandaşlarını yere indirmek, göklerini başına yıkmak için Erlik'le savaştım. Gücüm yetmedi, o beni kaçırdı diye üzgün ve ağlamaklı yanıt verdi. Kayra Han, üzülmemesini söyledi. Erlik'e benden başka kimsenin gücü yetmez dedi, Erlik'in gücü senden çoktur. Ama gün gelecek, senin gücün Erlik'in gücünden üstün olacak. Ulu Kişi'nin yüreği serinledi, rahat rahat uyudu.
Gün geldi, Ulu Kişi güçleneceğini anladı. O gün Kayra Han, Ulu Kişi'yi yanına çağırdı. Var git. Güçlendin artık. Erlik'in göklerini başına yıkacak güce kavuşturdum seni. Dileğine ereceksindedi, Sana, kendi gücümden güç verdim. Ulu Kişi şaşırdı: Yayım yok, okum yok. Kargım yok, kılıcım yok. Kupkuru bir bileğim var. Yalnız bilek gücüyle Erlik'i nasıl yok edebilirim?. Kayra Han, Ulu Kişi'ye bir kargı verdi. Ulu Kişi, kargıyı alıp Erlik'in göklerine gitti. Erlik'i yendi, kaçırdı; göklerini kırdı geçirdi. Erlik'in gökleri parça parça oldu, yeryüzüne döküldü. O güne değin dümdüz olan yeryüzü, o günden sonra kayalıklarla, sivri dağlarla doldu. Görklü Tanrı'nın özene bezene yarattığı güzelim yeryüzü eğri büğrü oldu. Erlik'in bütün yandaşları yere döküldü; suya düşenler boğuldu, ağaca çarpanlar sakatlanıp can verdi, sivri kayaların üstüne düşenler öldü, hayvanlara çarpanlar hayvanların ayakları altında kaldılar.
Erlik, varıp Kayra Han'dan kendine yeni bir yer istedi. Benim göklerimin yıkılmasına sen izin verdin; barınacak yerim kalmadı dedi. Kayra Han, Erlik'i yerin altındaki Karanlıklar ülkesine sürdü. Üzerine yedi kat kilit vurdu. Burada gün ışığı, ay ışığı görmeyesin. Üzerinde sönmez ateşler olsun. İyi olursan yanıma alır, kötü olursan daha derinlere sürerim dedi.

Bunun üzerine Erlik, Öyleyse ölmüş kişilerin canlarını bana ver; gövdeleri senin olsun, canları benim dedi. Kayra Han, Hayır, onları da sana vermeyeceğim dedi, İstiyorsan kendin yarat. Erlik eline çekiç, körük ve örs aldı. Vurmağa başladı. Her vuruşta bir hayvan ortaya çıktı. Kurbağa, yılan, ayı, domuz, deve ve kötü ruhlar yeryüzünü doldurdu. Sonunda Kayra Han, Erlik'in elinden çekici, örsü, körüğü aldı; ateşe attı. Körük bir kadın, çekiç bir erkek oldu. Kayra Han, kadını tutup yüzüne tükürdü. Kadın bir kuş olup uçtu. Bu kuş, eti yenmeyen, tüyü işe yaramayan Kurday denilen kuştur. Kayra Han, erkeği de tutup yüzüne tükürdü. O da bir kuş olup uçtu; adına Yalban kuşu dediler.
Bu olanlardan sonra Kayra Han, insanlara Ben size mal verdim, aş verdim. Yeryüzünde iyi, güzel, pak olan ne varsa verdim. Yardımcınız oldum. Siz de iyilik yapın. Ben, göklerime çekileceğim, tez dönmeyeceğim dedi. Yardımcı ruhlarına döndü: Gün Aşan (Şal-Yime); sen, içki içip aklını yitirenleri, körpe çocukları, tayları, buzağıları koru. Onlara kötülük gelmesin. Sağlığında iyilik yapmış olanların ruhlarını yanına al; kendini öldürenlerinkini alma. Zenginlerin malına göz dikenleri, hırsızları, başkalarına kötülük edenleri koruma. Benim için, bir de hakanları için savaşıp ölenlerin ruhlarını da yanına al, benim yanıma getir. İnsanlar ! Size yardım ettim. Kötü ruhları (körmösler) sizden uzaklaştırdım. Kötü ruhlar size yaklaşırsa, onlara yiyecek verin, ama onların yiyeceklerinden yemeyin; yerseniz, onlardan olursunuz. Şimdi ben aranızdan ayrılıyorum, ama yine geleceğim. Beni unutmayın, geri gelmez sanmayın. Geri döndüğümde iyiliklerinizin, kötülüklerinizin hesabını göreceğim. Şimdilik benim yerimde Ağca Dağ (YapKara), Ulu Kişi ve Gün Aşan kalacaklar; size yardımcı olacaklar. Ağca Dağ ! Gözlerini dört aç. Erlik senin elinden ölenlerin ruhlarını çalmak isterse, Ulu Kişi'ye söyle; o güçlüdür. Gün Aşan ! Sen de iyi dinle. Kötü ruhlar, yeraltındaki Karanlıklar ülkesinden yukarı çıkmasınlar. Çıkarlarsa, hemen Gök Oğul'a bildir. Ona güç verdim. O, kötü ruhları koğar. Alma Ata (Bodo-Sungkü), Ay'ı ve Güneş'i bekleyecek. Ulu Kişi, yeryüzünü ve gökyüzünü koruyacak. Gök Oğul, kötüleri iyilerden uzaklaştıracak. Ulu Kişi, sen de kötü ruhlarla savaş. Güç gelirse benim adımı çağır. İnsanlara iyi şeyleri, iyi işleri öğret. Oltayla balık avlamayı, tiyin (sincap) vurmayı, hayvan beslemeyi öğret.
Sonra, Kayra Han uzaklaştı. Ulu Kişi, Kayra Han'ın sözlerini yerine getirdi. Olta yaptı, balık avladı. Barutu buldu, sincap vurdu. Gün geldi, Ulu Kişi kendi kendine mırıldandı: Bugün beni yel uçuracak, alıp götürecek. Bir yel geldi, Ulu Kişi'yi uçurup götürdü. Bunun üzerine Ağca Dağ insanlara Ulu Kişi'yi Tanrı Kayra Han, yanına aldı. Artık, onu bulamazsınız. Gün gelecek, beni de yanına çağıracak. Nereye isterse oraya gideceğim. Öğrendiklerinizi unutmayın. Kayra Han böyle istedi dedi. İnsanları kendi haline bırakıp o da gitti. 

Asena Destanı



Türkler'in ilk ataları Batı Denizi'nin batı kıyısında otururlardı. Türkler, Lin adlı bir ülkenin ordularınca yenilgiye uğratıldılar. Düşman çerileri bütün Türkleri erkek-kadın, küçük-büyük demeden öldürdüler. Bu büyük ve acımasız kıyımdan yalnızca 10 yaşlarında bulunan bir oğlan sağ kaldı geriye. Düşman askerleri bu çocuğu da buldular ama onu öldürmediler; bu yaşayan son Türk'ü acılar içinde can versin diye, kollarını ve bacaklarını keserek bir bataklığa attılar. Düşman hükümdarı, çeri (asker) lerinin son bir Türk'ü sağ olarak bıraktığını öğrendi; hemen buyruk verdi ki bu son Türk de öldürüle ve Türkler'in kökü tümüyle kazına... Düşman çerileri çocuğu bulmak için yola koyuldular. Fakat dişi bir Bozkurt çıktı ve çocuğu dişleriyle ensesinden kavrayarak kaçırdı; Altay dağlarında izi bulunmaz, ıssız ve her tarafı yüksek dağlarla çevrili bir mağaraya götürdü. Mağaranın içinde büyük bir ova vardı. Ova, baştan ayağa ot ve çayırlarla kaplıydı; dörtbir yanı sarp dağlarla çevrili idi. Bozkurt burada çocuğun yaralarını yalayıp tımar etti, iyileştirdi; onu sütüyle, avladığı hayvanların etiyle besledi, büyüttü. Sonunda çocuk büyüdü, ergenlik çağına girdi ve Bozkurt ile yaşayan son Türk eri evlendiler. Bu evlilikten 10 çocuk doğdu. Çocuklar büyüdüler; dışarıdan kızlarla evlenerek ürediler. Türkler çoğaldılar ve çevreye yayıldılar. Ordular kurup Lin ülkesine saldırdılar ve atalarının öcünü aldılar. Yeni bir devlet kurdular, dört bir yana yeniden egemen oldular. Ve Türk kaganları atalarının anısına hürmeten, otağlarının önünde hep kurt başlı bir sancak dalgalandırdılar...



Bununla birlikte Destan ile ilgili üç farklı söyleyiş de bulunmaktadır. Bunlar;
Birinci söyleyiş:
Hun Ülkesinin kuzeyinde So adı verilen bir ülke vardı. Burada, Hunlarla aynı soydan olan Göktürkler otururdu. Bir gün Göktürkler So Ülkesinden ayrıldılar. Bu sırada başlarında Kağan Pu adlı bir yiğit vardı. Kağan Pu'nun on altı kardeşi bulunuyordu. On altı kardeşten birinin annesi bir kurttu.
Annesi Göktürklerce en kutsal yaratıklardan biri olarak bilinen ve böyle kabul edilen bir kurt olduğu için delikanlı, rüzgârlara ve yağmura söz geçirir, bu iki kuvveti buyruğu altında tutardı.
Bununla beraber, So Ülkesindeki yurtlarından ayrılan Göktürkler düşmanlarının baskınına uğradılar. Bu baskında düşmanlar bütün Göktürkler'i yok ettikleri gibi on altı kardeşten sadece birisi kurtulabildi. Kurtulan delikanlı annesi kurt olan idi.
Bu delikanlının da, birisi yaz diğeri de kış ilâhının kızı olan iki karısı vardı. Baskından sonra her ikisinden ikişer oğlu oldu. Zamanla kalabalıklaşıp çoğalan halk, çocuklardan en büyüğünü kendilerine Hakan seçtiler; o zamanki adı Göktürk dilinde değildi. Hakan seçilir seçilmez Göktürkçe olmayan bu adını bıraktı ve Türk adını aldı.
Ondan sonra Türk on kadınla evlendi, bir çok çocukları oldu. içlerinden Asena adını taşıyan biri hakanlık tahtına geçince boyun adı da Aşine oldu.

İkinci söyleyiş:
Hunların bir boyu olan ve adına Aşine denilen Türk boyu Hazar Denizinin batı taraflarında yerleşmişti. Türklerin ilk atası olarak biliniyordu. Rahat ve huzur içinde otururlarken bir gün ansızın düşmanların baskınına uğradılar. Baskının sonunda kimse sağ kalmadı.
Her nasılsa küçücük bir çocuk bu baskından sağ kalmış bir köşeye sığınmıştı. Düşmanlar onu da gördüler. Fakat, cılız ve küçük bir çocuk olduğu için kimse ondan korkmadı ve ona aldırmadı. Hattâ içlerinden acıyanlar bile çıktı. Ama düşman yine de her ihtimali düşünüp, çocuğu öldürmektense kolunu bacağını kesip orada öylece bırakmayı uygun gördü; düşündükleri gibi yaptılar.
Kolunu bacağını kesip, yan ölü hâle getirdikleri çocuğu alıp bataklıkta bir sazlığa attılar; bırakıp gittiler.
O sırada, nereden çıktığı bilinmeyen bir dişi Bozkurt göründü, geldi, çocuğu emzirdi. Yaralarını yalayıp iyi etti. O günden sonra da, avlanıp getirdiği yiyeceklerle çocuğu besleyip büyüttü, gücünü kuvvetini arttırdı.
Zamanla Bozkurd'un beslediği çocuk gürbüzleşti.
Günlerden sonra bir gün, baskın yapıp Asine soyunu yok eden düşman başbuğu, kolunu bacağını keserek sazlığa attıkları çocuğun yaşadığını öğrendi. Adamlar gönderip durumu öğrenmek, sağ kaldı ise öldürtmek istedi.
Düşman başbuğunun gönderdiği asker geldiğinde, kolu bacağı kesik gencin yanında bir dişi Bozkurt gördü. Dişi Bozkurt tehlikeyi sezmişti, dişleriyle gerici yakaladığı gibi denizin öte yanına geçirdi; orada da durmayıp Altay Dağlarına doğru götürdü. Orada, her tarafı yüksek dağlarla çevrili bir yaylada bir mağaraya yerleştirdi, onunla evlendi; on oğlan doğurdu!
Mağaranın bulunduğu yayla yeşillikti; serin gür suları, meyve ağaçlan, av hayvanları vardı. Oğlanlar orada büyüdüler, orada evlendiler. Her birinden bir boy türedi. Bunlardan birinin adı da Asine boyu idi.
Asine, kardeşlerinin içinde en akıllı, en gözü pek, en yiğit olanı idi. Bu yüzden Türk Hakanı o oldu.
Soyunu unutmadı. çadırının önüne her zaman, tepesinde bir kurt başı bulunan bir tuğ dikti.
Aradan çok yıllar geçti. Aşine boyuna Asençe adlı bir başka yiğit hakan oldu. Bunun zamanında ise Aşine boyu, bulundukları yerden çıkıp daha güzel yurtlara yerleştiler.
Üçüncü söyleyiş: (Usunlar ile ilgili destan)
Bir not halindedir. Çin devlet adamlarından Cjan-Ken'in, Milattan önce 119 yılında, Çine göre batı ülkelerinde yaptığı gezi sonunda gördüklerini ve duydukların yazıp o zamanki Çin împaratoruna sunduğu notlan arasında kayıtlıdır.

"Hun Ülkesinde bulunduğum zaman duydum ki Usun Hanı, Gunmo unvanını taşıyor. Gunmo'nun babası, Hunlann batısındaki bir ülkeye sahipti. Gunmo'nun babası bir savaşta Hunlar tarafından öldürüldü. Yeni doğmuş olan Gun-mo'yu kırlara attılar. Kuşlar çocuğu sineklerden koruyor; bir dişi kurt sütüyle besliyordu. Hun Hakanı buna şaştı. Bu çocuğu saydı. Onu kendi terbiyesine aldı, büyüttü. Babasının ülkesini ona geri verdi."


18 Nisan 2012 Çarşamba

Tengricilik








***Tengricilikdeki Üç-Dünya-Kozmolojisinin, şaman Davulu üzerindeki resmi.Dünyanın ortasında duran Dünyalar-Ağacı, Yeraltı, Yeryüzü ve Üst alemi birleştiren noktayı oluşturuyor. Şafağı simgeleyen çizgideki sarkıklar Yer Su ruhlarının simgesi.








Tengricilik ya da Göktanrı dini tüm Türk ve Moğol halklarının, şimdiki inanç sistemlerine katılmadan önceki inancıdır. Tengri'ye ibadet etmenin yanında AnimizmŞamanizmTotemizm bu inancın ana hatlarını oluşturur. Tengri, bugünkü Türkçedeki Tanrısözcüğünün eski söyleniş şeklidir.Orhun Yazıtlarında ilk çözülen kelime olup yazılışı " Old Turkic letter I.svgOld Turkic letter R2.svgOld Turkic letter NG.svgOld Turkic letter T2.svg" şeklindedir.
Bu inanca göre, Gök'ün yüce ruhu Tengri'ydi. Kişiler kendilerini gök baba Tengri, toprak ana Ötüken ve insanları koruyan atalarının ruhları arasında güven içinde hissedip, onlara ve diğer doğa ruhlarına dua ederlerdi. Büyük dağların, ağaçların ve bazı göllerin güçlü ruhları barındırdıklarına inanarak dualarını bazen bu cisimlere yöneltirlerdi.Fakat bu cisimler tanrı kabul edilmezdi. Sadece onun yeryüzündeki varlığının bir göstergesiydi. Göğün ve yeraltının 7 katı olduğuna, her katta çeşitli ruhların varolduğuna inanılırdı. İnsanlar doğaya, ruhlara ve diğer insanlara saygılı davranıp belli kurallara uyarak dünyalarını dengede tutmaları ile kişisel güçlerinin doruğuna varıp dışarıya yansıdığına inanırlardı. Eğer bu denge, kötü ruhların saldırısı veya bir felaketten dolayı bozulursa, bir şamanın yardımı ya da Tengri'ye verilen bir adak ile yeniden düzene sokulması gerektiğine inanılırdı.

GÖKTEKİ KUTSAL NESNELER
Güneş, ay, ateş ve su, Tengri'nin kudretinin sembolleridir. İnsanların Gök'e dua ederek elde ettiklerine inandıkları "Buyan" adlı enerji, güneşin göğün neresinde durduğuna bağlı olarak değişir. En fazla buyanın yeni ay ve dolunayda elde edilebildiğine inanılır. Senenin en uzun gününün yaşandığı ve gündüz ile gecenin eşit olduğu günler, en önemli bayramlardır.
Yılbaşı, 21 Aralık'tan sonra gelen ilk yeni ayda, "Kızıl Güneş Bayramı" 21 Haziran'dan sonra gelen ilk dolunayda kutlanır.
Venüs gezegeninin Türklerdeki adı "Erklik," Moğollar'daki adı "Tsolman"dır. "Ateşli ok" denilen yıldız kaymalarını ve yeryüzüne düşen meteorları Erklik Han'ın gönderdiğine inanılır (Erlik Hanile karıştırılmamalı). Büyük ayı yıldızlarına Moğollar'da Doolon Obdog ("Yedi Yaş Damlalı Adam") derler. Gök'ün Ülker yıldızlarına bağlı olduğuna, ve Ülker'in etrafında döndüğüne inanılır.
Beyaz Ay bayramında 14 adet tütsü yakılır. Bunların ilk yedisi "Yedi Yaş Damlalı Adam" ve diğer yedisi Ülker içindir.

3DÜNYA KOZMOLOJİSİ
Çoğu eski inançlardaki gibi Tengricilikte de gerçek âlemin yanında bir "gök âlemi," bir de "yeraltı âlemi" vardır. Bu âlemlerin arasındaki tek bağlantı, dünyanın merkezinde duran "Dünyalar Ağacı"dır.
Gök âlemi ve yeraltı aleminin yedişer katları vardır (bazen yeraltı 9, gök de 17 kat olarak geçmektedir). Şamanlar bu âlemlere yolculuk yapmak için birçok girişler tanırlar. Bu âlemlerin katlarında, aynı yeryüzündeki insanlar gibi bir hayat sürdüren varlıklar vardır. Onların da kendi saygı gösterdikleri ruhları ve şamanları vardır. Bazen bu varlıklar yeryüzünü ziyaret ederler ama insanlara görünmezler. Sadece ateşin garip bir cızırtısında ya da bir tilkinin havlamasında kendilerini belli ederler ve şamana görünürler.

Yeraltı âlemi ("Yerlik") 

Yeraltı âleminin yeryüzü ile çok benzerlikleri vardır ama yeraltı halkının insanlarda olduğuna inanıldığı gibi 3 ruhu değil, sadece 2 ruhu vardır. Onlarda, vücut ısısını üreten ve nefes alınmasını sağlayan "ami ruhu" eksiktir. Bu yüzden çok beyaz tenlilerdir ve kanları çok koyu renklidir. Yeraltı âleminin güneşi ve ayı çok daha az ışık verir. Yeraltında da ormanlar, ırmaklar ve yerleşim yerleri vardır.
Yeraltı âleminin efendisi Erlik Han'dır (Moğolca: Erleg Han). Erlik, Tengri'nin bir oğludur. Yeraltında yeniden doğmayı bekleyen ruhları da Erlik Han kontrol eder. Eğer hasta bir insanın "süne ruhu" daha ölmeden yeraltı âlemine kayarsa bir şaman, Erlik Han ile pazarlık yaparak onu tekrar geri getirebilir. Eğer bunu başaramazsa hasta ölür.

Gök âlemi 

Gök âleminin de yeraltı alemi gibi yeryüzü ile benzerlikleri vardır ama bu âlemde insanların ruhları bulunmaz. Bu âlem yeryüzünden çok daha aydınlıktır. Bazı rivayetlere göre yedi tane güneşi vardır. Yeryüzündeki şamanlar bu âlemi ziyaret edebilirler. Burada sağlıklı, hiç dokunulmamış bir doğa vardır ve buranın yerlileri atalarının geleneklerinden hiçbir zaman sapmamışlardır. Bu âlem Tengri'nin diğer bir oğlu olan Ülgen'in himayesi altındadır.
Bazı günlerde Gök âleminin kapısı aralanır ve ışığı bulutların arasından parlar. Bu anlar, şaman dualarının en tesirli olduğu anlardır. Bir şaman, kendisini gök âlemine götüren hayali yolculuğunu bir kuşun, geyiğin ya da atın sırtına binerek, ya da bu hayvanların şekline girerek gerçekleştirir.

Bir Tengricinin dünyayı görüşü

Bir tengriciye göre dünya sadece üç boyutlu bir ortam değil, aynı zamanda durmadan dönen bir çemberdir. Her şey bu çemberin içine bağlıdır ve çember durmadan eskir ve yenilenir. Dünyanın üç boyutu, güneşin hareketi, durmadan hareket halinde olan mevsimler ve bütün yaratıkların ölümden sonra tekrar doğan ruhlarından oluşur.

Tek-Tanrı kuramı

Eski Türk inancının tektanrıcı mı yoksa çoktanrıcı mı olduğu hakkında farklı fikirler vardır. Bu noktada en mühim tartışma konusu Tengri kelimesinin hangi zamanda Gök, ve hangi zamandaTanrı anlamında kullanılmış olduğudur. Her iki anlamı da her kaynakta mantıklı bir söylem oluşturur. Bu sorunun cevabını bulmak emin olabilmek için çok mühimdir.
Viyana Üniversitesi'nin bir makalesinde, eski Türk inancı hakkında iki genel fikir olduğu şöyle açıklanmaktadır:
1) Türklerde Şamanizm de Totemizm de yoktu. Türk dini tektanrıcı bir dindi: Bu fikir özellikle Türk bilimcileri tarafından temsil edilmektedir.
2) Türklerde hem Şamanizm hem Totemizm vardı: Eski dikilitaş yazılarında Şamanların sözü edilmese de daha geç yüzyıllarda var olduğu kanıtlanmıştır ve birçok kuzey Türk dillerindekam kelimesi hâlâ bulunmaktadır. Türklerin Şamanist olduğu, örneğin bazı antik Çin yazıları ile de kanıtlanabilmektedir. Türklerdeki Totemizm hakkında pek fazla bilgi olmasa da, bazı kanıtlar buna işaret etmektedir. Scharlipp'e göre en mühim kanıt Türklerin türeyiş efsanesidir. Bu efsanede Türklerin kurtlardan türedikleri anlatılır. Ayrıca Türk orduları kurt kafası resmi olan bayraklarla savaşa gitmiş ve hatta ordunun yüksek düzeydeki önderlerine doğrudan Böri (Kurt) adını vermişlerdir.
Jean Paul Roux bu konuya da diğerlerinden daha çok açıklık getirmektedir:
Tektanrıcı bir din olan eski Türk dininin yanı sıra çoktanrıcı bir yüzü de vardır. Türklerin güçlü bir hükümdarın egemenliği altında büyük topluluklar oluşturup büyük imparatorluklar kurdukları dönemlerde tektanrıcılık ön plana çıkmış, ve çoktanrıcılık daha çok ayak takımını oluşturan halk arasında, veya ancak kavimler tekrar dağılıp anarşi içinde kaldıklarında yüzeye çıkmıştır. Göktanrısı Tengri yeryüzündeki oğlu olan hükümdar ile yakın bir bağı vardır. Hükümdar Tengrinin yeryüzündeki temsilcisidir. Tengri pantürkçü bir tanrı olsa da, aynı zamanda milli ve hükümdar özelliklerine sahiptir. Nasıl herkes yeryüzünde kağan'a kulluk ediyorsa, göğe, yani tüm kozmosun tanrısına da kulluk etmesi gerekiyor. Ancak bunlara rağmen, hatta Tüe'küe devletinin kalıntılarında bile Tengri'nin yanında başka tanrısal varlıklarla da karşılaşmaktayız. Bu varlıklar bazen Tanrının kendisi için kullanılan Tengri kelimesi ile ya da aziz kılınmış anlamına gelen İduk kelimesi ile tanımlanmaktadırlar. İduk, daha çok kağanın eşi olan Hatun ile bağlantılıdır.